İslam’da iman esaslarının başında Allah’a iman gelir. Tektanrıcılık ya da monoteizm birçok dinsel gelenekte bulunmakla birlikte islam’ın tevhit ilkesi çerçevesinde ifade ettiği Allah inancı bunlardan ayrılır. Zira İslam yalnızca ontolojik ya da varlık açısından bir birlik veya tekliği değil, varlık yanı sıra bütün isim ve sıfatlar açısından da bir birlik ve tekliği vurgular:
Allah, ondan başka ilah olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak onundur. Onun izni olmadan katın da şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyecekleri ni bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamaz lar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetil mesi O’na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür (2. Bakara, 255).
Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilenden memnun olurlar. Karşı gruplar içinde ise onun bir kısmını inkar edenler vardır. De ki: “Ben ancak Allah’a kulluk etmekle ve ona asla ortak koşmamakla emrolundum. Hepinizi ancak ona çağırıyo rum ve dönüşüm onadır.” (13. Ra’d, 36).
Gaybın anahtarları onun katındadır, onları ancak o bilir. Kara da ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap’tadır, ancak o bilir (6. En’am, 59).
Geceleyin sizi ölü gibi uyutan, gündüzün yaptıklarınızı bilen, mukadder olan, hayat süreniz doluncaya kadar gündüzleri sizi tekrar kaldıran odur. Sonra dönüşünüz onadır, işlediklerinizi size bildirecektir (6. En’am, 60).
Allah’ın gücü ve kudreti yalnızca metafizik alemle sınırlı değildir ya da Allah yalnızca evreni ve insanı yaratan ve düzenleyen ve sonra aşkınlı ğından dolayı kendi köşesine çekilen bir üstün varlık değildir. Aynı za manda o her şeye hakim olan, koruyan, gözeten, doğru ve yanlış konu sunda insanları uyaran ve herkesi yaptıklarından hesaba çekecek olandır.
O, kulların üstünde yegane Hakim’dir, size koruyucular gön derir. Artık birinize ölüm gelince elçilerimiz, bir eksiklik yap maksızın onun canını alırlar, sonra gerçek Mevlalarına döndü rürler. Haberiniz olsun, hüküm O’nundur. O, hesap görenlerin en süratlisidir (6. En’am, 61-62).
Kullarım sana beni sorarlarsa bilsinler ki ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğ ru yolda yürüyenlerden olsunlar (2. Bakara, 186).
Anlaşılacağı gibi lslam’ın tevhit akidesine göre Allah, mutlak aş kınlığı ve üstünlüğü ile birlikte varlık aleminden elini eteğini çekmiş bir üstün varlık değildir. O, yarattığı şeye düzen veren ve koruyandır; gön derdiği elçiler, ilahi mesajlar ve sık sık insanlığa yönelik uyarılarıyla tari he müdahale eden bir güçtür. Dolayısıyla o, deistlerin evreni yaratıp dü zene soktuktan sonra köşesine çekilmiş olan tanrılarından farklıdır. Nite kim Kur’an Allah’ın, yarattığı ve aracılarla doğruyu öğrettiği insanı yapıp ettiklerinden hesaba çekecek olan olduğuna dikkat çeker. Dolayısıyla insan yeryüzünde bir başına, sorumsuz değildir. Allah, gnostiklerin yalnızca gizemli/ne olduğu -adeta- belirsiz bir hikmet bilgisiyle bilebildik leri tanrısından, agnostiklerin bilinemeyen tanrılarından da farklıdır. Bü tün bunlar bir tarafa o, kendisinden başka hiçbir üstün güç olmayan, eş siz ve benzersiz ilahtır.
Tevhit, insandan evrene, geçmişten geleceğe her şeyi ve her du rumu Allah’ın tekliği ve birliği esasına göre değerlendirmek, hayatı bu çerçevede bir bütün olarak algılamak, ilahi birliğe paralel olarak evren sel birlik ve uyumu da gözetmektir. Mesajın özü olarak alınan bu temel öğretisiyle İslam, etnik merkezli bakış açısını temel alan Yahudilikten ayrılır. Merkezde Araplar, Arap olmayanlar, Kureyşliler ya da bir başkası gibi etnik bir kimlik yoktur; Arabın Arap olmayana ya da bir etnik kimli ğin bir diğerine üstünlüğü yoktur; üstünlüğün ölçüsü kişinin Allah’la olan olumlu ilişkisi ve irtibatıdır. Aynı şekilde İslam, tarihsel bir şahsiyet olan İsa’yı temel alan Hıristiyanlıktan da ayrılır. Öyle ki İslam’a göre di nin merkezinde Hz. Muhammed veya şu ya da bu tarihsel şahsiyet yok tur. Hiçbir tarihsel şahsiyete, insanüstü vasıf ve nitelikler de atfedilmez. Bütün peygamberlere iman edilmesi ve aralarında ayrım yapılmaması istenir. Dinin merkezine tarihsel şahsiyetler değil Allah ve Allah’ın birli ğiyle tekliği öğretisi konulur. Böylelikle İslam tüm insanlığı, tarihi, geç mişi ve geleceği hatta metafizik ile fiziği, her şeyin yaratıcısı olan Allah inancında buluşturur. İslam dininde her şeyin başında gelen bu tevhid inancı genel anlamda hak dinin en belirgin karakteristiği olup bu ilke ilahi dinin tarih içindeki bütün formlarında ısrarla vurgulanmıştır. Vahiy geleneği içinde tevhit inancı, başlangıcından Kur’an’a kadar birbirine benzeyen ifadelerle anlatılmaktadır. Öyle ki Hz. Muhammed de dahil bütün peygamberlerce tebliğ edilen mesajda üç temel unsur her zaman ön plana çıkmıştır. Bunlar; i) Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığı, ii) Ona hiçbir şeyin ortak koşulmaması ya da denk tutulmaması ve iii) Yal nızca Allah’a ibadet edilmesidir.
Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona, “Benden başka ilah yoktur, sadece bana ibadet edin.” diye vahyetmiş olmaya lım (21 . Enbiya, 25; krş. 16. Nahl, 2).
Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına iman, her konuda Allah’ın üstün güç olduğuna inanılması ya da Esmai Hüsna diye de anılan Allah’ın bütün isim ve sıfatları konusunda yalnızca Allah’ın “üstün güç” olarak ka bul edilmesidir. Buna göre Allah yalnızca yaratma, öldürme, yargılama ve bağışlama gibi konularda değil, rızk verme ve hükümran olma gibi konularda da mutlak üstün güçtür. Allah’ın tek ilah olarak kabul edilmesi, he men her konuda Allah’ın kişinin yaşamına egemen olması ya da kişinin yaşamını yönlendiren tek merkezin veya gücün Allah olmasıdır.
Nitekim bu bağlamda tevhid inancının ilahi ve beşeri olmak üzere iki yönünün bulunduğunu söylemek mümkündür. llahi yönü yukarıda da belirttiğimiz gibi isim ve sıfatları konusunda Allah’ın otoritesinin hiç bir şekilde paylaştırılmamasıdır. Beşeri yönü ise kulun en üst düzeyde sevilmeye, sayılmaya ve itaat edilmeye layık tek varlık olarak Allah’ı ka bul etmesi, başka hiçbir varlığa beşer üstü bir sevgi ve itaat hissi duyma masıdır. Bunun tersini İslam, şirk ya da Allah’a ortak koşma olarak nite ler. Yani yalnızca Allah’a bağlanmak ve onun üstün güç olduğunu kabul etmek varken başkasını/başkalarını da üstün güç olarak görüp onlara da bağlanmak veya herhangi bir konuda herhangi bir varlığı ya da şeyi Allah’a denk tutmak şirk olarak görülür. Şirk ise Allah’ın asla bağışlama yacağı büyük bir günah olarak tanımlanır:
Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse, şüp hesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur ( 4. Nisa, 48).
Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bun dan başkasını dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur (4. Nisa, 116).
Allah’a ortak koşmaksızın ona yönelerek pis putlardan kaçı nın, yalan sözden çekinin. Allah’a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın bir uçuruma attığı şe ye benzer (22. Hac, 31).
Kur’an’ da şirk inancı ilah, şerik, şefi’, veli, nasir gibi kavramlarla da ifade edilir. Bu kavramlarla müşriklerin Allah’tan başka ilahlar, ona or taklar, ondan başka şefaatçiler, yardımcılar, dostlar ya da tasarruf sahip leri edinmekte olduklarına dikkat çekilir. Bu kavramları şekillendiren ke limelerin ekseriyetle çoğul olarak kullanılması, Allah’a ortak koşulan şeylerin/varlıkların dünyada da ahirette de tapanlara bir fayda sağlama yacağının belirtilmesi (10. Yunus, 35-36; 28. Kasas, 62-64, 74-75; 34. Se be, 31- 33), ayrıca Kur’an’da, Allah elçilerine karşı mücadele edip, toplu lukları saptıranların genellikle servet ve itibar sahibi kimseler olduğunun bildirilmesi, şirkin ferdi olmaktan çok, belli menfaat ve amaçlar etrafında şekillenen zümrelerin davranış biçimi olduğunu gösterir.
Tevhid inancı doğrultusunda Kur’an, cahiliye dönemi Araplarının Allah inancının yanlışlığını vurgular ve onu eleştirir. Onların Allah’ı ge reği gibi takdir edemediklerine vurgu yapar (22. Hac, 74; 39. Zümer, 67;En’am, 91). Benzer şekilde Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi grupları da eleştirir ve tevhit inancına davet eder.
De ki: “Ey Kitab ehli, ancak Allah‘a kulluk etmek, ona bir şeyi ortak koşmamak, Allah’ı bırakıp birbirimizi rab olarak benim sememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze ge lin.” Eğer yüz çevirirlerse, “Bizim Müslüman olduğumuza şahit olun.” deyin (3. Al-i İmran, 64).
And olsun ki, “Allah ancak Meryem oğlu Mesih’tir. ” diyenler kafir oldular. Oysa Mesih, “Ey İsrailoğulları, Rabbim ve Rabbi niz olan Allah’a kulluk edin; kim Allah’a ortak koşarsa muhak kak Allah ona cenneti haram eder, varacağı yer ateştir, zulme denlerin yardımcıları yoktur.” dedi (5. Maide, 72).
islam’da Esmai Hüsna (güzel isimler) olarak adlandırılan ilahi isimler için daha çok sıfat terimi kullanılmıştır. Söz konusu kavramlar, İslam’ın uluhiyyet anlayışını eğitim öğretime elverişli bir şekilde anlat mak amacıyla Allah’ın zatını tanıtan (zatı) ve kainatı yaratıp idare ettiği ni ifade eden (fiili)sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır. Sıfatlarla, Allah, in sanın tecrübe dünyasından terimlerle tanıtılmaya çalışılmıştır. Zira mut lak aşkın bir varlığın tanıtılması için tecrübe dünyasında kullanılan keli melere başvurmaktan başka bir imkan bulunmamaktadır. Bu sebeple sıfatlar tenzihi (selbi) ve sübuti olmak üzere iki grupta mütalaa edilmiş tir. Tenzihi sıfatlar yaratılmışlara mahsus acz ve eksiklik ifade ettiklerin den zat-ı ilahiyeden nefyedilmesi gereken nitelikler olup Allah’ın varlığı için başlangıç ve son belirlememek (kıdem, beka), yaratılmışlara benze memek (muhalefettin li’l-havadis), başkasına muhtaç olmamak (kıyam bi nefsih) ve şeriki bulunmamak (vahdaniyyet) şeklinde özetlenir. Sü buti sıfatlar da Allah’ın ezeli-ebedi diri (hayat), bilen (ilim), işiten (sem’) ve gören (basar) olması, irade ve kudrete sahip bulunması, peygamber leri vasıtasıyla kullarına mesaj (kelam) göndermesi diye sıralanır.