Hiçbir ülkenin tarihi Amerika Birleşik Devletleri’ninki kadar göçe yakından bağlı olmamıştır. Sadece XX. yüzyılın ilk 15 yılında bile, çoğunluğu New York limanındaki Ellis Adası’nda 1892’de kurulan federal göçmen merkezinden geçen 13 milyonu aşkın göçmen gelmiştir. Günümüzde kapalı olmakla birlikte Ellis Adası, orada Amerika’nın eşiğine adımını atmış bulunan milyonlara bir anıt olarak, 1992’de yeniden açılmıştır.
1790’da yapılan ilk nüfus sayımına göre ülkede 3.929.214 Amerikalı yaşamaktaydı. İlk 13 eyaletteki nüfusun yaklaşık yarısı İngiliz kökenliydi; kalanları ise İskoçyalı-İrlandalılar, Almanlar, Hollandalılar, Fransızlar, İsveçliler, Galliler ve Finliler oluşturuyordu. Bu beyaz Amerikalıların çoğunluğu Protestan’dı. Nüfusun beşte biri ise Afrikalı kölelerdi.
Amerikalılar, ilk günlerden başlayarak, göçmenlere ucuz bir işçi kaynağı gözüyle baktılar. Bunun sonucu olarak 1920 yılına kadar, Amerika Birleşik Devletleri’ne göçmen alımına pek az resmi sınırlama getirildi. Buna karşın, göçmen sayısı her geçen gün çoğaldıkça, bazı Amerikalılar kültürlerinin tehdit altında olduğu korkusuna kapıldılar.
Kurucu Atalar, özellikle de Thomas Jefferson, Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyanın her köşesinden gelecek olanlara kapısını açıp açmaması gerektiği konusunda kararsızlardı. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin yazarı olan Jefferson, krallara tapan ya da onların yerine çete yönetimleri getirmiş bulunan ülkelerden gelen kişilerin elinde demokrasinin güvencede olup olamayacağına kuşkuyla bakıyordu. Buna karşın, umutsuzca işçi bekleyen bir ülkenin kapılarını yeni gelenlere kapamasını da pek az kişi destekliyordu.
Savaşlar Atlas Okyanusu’nda yolculuğu aksattığı ve askerlik çağındaki gençlere gereksinimi olan Avrupa hükümetleri göçleri kısıtladığı için, XVIII. yüzyılın son ve XIX. yüzyılın ilk yıllarında göç hareketi yavaşladı. Tıbbın ilerlemesi ve sağlık koşullarının düzelmesi sayesinde 1750’den sonra Avrupa’daki ölüm oranları azaldı. Ekimde ürün rotasyonuna gidilmesi ve sistemli kimyasal gübre kullanımının olağanlaşması sonucunda gıda stokları çoğaldı. Buna karşın, aynı arazi parçası üzerinde yaşayan insan sayısı arttıkça çiftlik alanları ancak geçinilebilecek kadar küçüldü. Buna ek olarak, atölye endüstrileri de üretimde makine kullanımını sağlayan Endüstri Reformu’nun kurbanı oluyorlardı. Fabrikalarda çalışmak istemeyen ya da iş bulamayan binlerce zanaatkar açıkta kalıyordu.
1840’ların ortalarında, İrlanda’daki patates bitkilerine bir hastalık dadanması ve Almanya’da sürekli devrimler olması yüzünden binlerce yeni göçmen Amerika yollarına düştü. Aynı yıllarda, çoğu yoksul Güneydoğu Çin’den gelen az sayıda göçmen de Amerika’nın Batı Kıyılarına yerleşmeye başladı.
Amerika Birleşik Devletleri 1890’dan, Kongre’nin çok sıkı kısıtlamalar getirdiği 1921 yılına kadar, yaklaşık 19 milyon göçmen kabul etti. Bu göçmenlerin çoğunluğu, İtalya, Rusya, Polonya, Yunanistan ve Balkanlar’dan geliyordu. Avrupalı olmayan kişiler de, Japonya’dan doğuya, Kanada’dan güneye ve Meksika’dan kuzeye göç ettiler.
Buna karşın, 1920’lerin başlarında, iyi ücret peşinde koşan işgücü örgütleri ile ırksal ya da dinsel açılardan kısıtlı bir göç çağrısında bulunan Ku Klux Klan ve Göçü Kısıtlama Derneği benzeri grublar arasında bir ittifak oluştu. 1924’te kabul edilen Johnson-Reed Göç Yasası, kaynak ülke kontenjanları düzenleyerek yeni göçmen dalgalarını kalıcı biçimde kısıtladı.
1930’ların Büyük Bunalım’ı da göçleri büyük ölçüde daha çok yavaşlattı. Halkın genellikle göçe ve hatta baskı altındaki Avrupalı azınlıkların gelmesine karşı olan tutumu yüzünden, 1933’te Hitler iktidarı ele geçirdikten sonra bile çok az sayıda sığınmacı Amerika’da barınak bulabildi.
Amerika Birleşik Devletleri, ülke temeline dayalı kontenjanlara bağlı kalmayı savaş sonrası yıllarda da sürdürdü. 1952 yılında çıkarılan McCarran-Walter Yasası’nı destekleyenler, kontenjanlar gevşetilirse Amerika Birleşik Devletleri’nin Doğu Avrupa kökenli Marksist bozguncuların istilasına uğrayacağını savundular.
Kongre 1965’te, ülke kontenjanları yerine yarıküre kontenjanları getirdi. A.B.D. vatandaşlarının akrabalarına ve Amerika Birleşik Devletleri’nde gereksinim duyulan iş becerilerine sahip göçmenlere öncelik tanındı. 1978’de yarıküre kontenjanları yerine dünya genelinde 290.000 kişilik bir üst sınır konuldu ve 1980’de kabul edilen Sığınmacı Yasası ile bu sınır 270.000’e indirildi.
Amerika Birleşik Devletleri, 1970’lerin ortalarından başlayarak yeni bir göç dalgasıyla karşılaştı ve özellikle Asya ve Latin Amerika’dan gelen göçmenler ülkenin her yanındaki toplumların yapısını değiştirdiler. Son tahminlere göre, Amerika Birleşik Devletleri’ne yılda yaklaşık 600.000 yasal göçmen gelmektedir.
Buna karşın, sığınmacı kontenjanlarının gereksinimin çok altında kalması yüzünden, yasa dışı göç büyük bir sorun olarak kalmıştır. Meksikalılar ve diğer Latin Amerikalılar iş aramak, daha yüksek ücret elde etmek ve ailelerine daha iyi eğitim ve sağlık koşulları sağlamak amacıyla her gün A.B.D.’nin güney sınırlarını geçmektedir. Aynı şekilde, İrlanda ile Çin ve diğer Asya ülkelerinden de önemli sayıda yasa dışı göçmen gelmektedir. Tahminler değişmekle birlikte, bazılarına göre Amerika Birleşik Devletleri’e her yıl gelen yasa dışı göçmen sayısı da 600.000 dolayındadır.
Eski bir göçmen deyişine göre, “Amerika çağırır, ama, Amerikalılar kovar.” Yeni göç dalgası Amerika’nın ekonomik, siyasal ve kültürel temellerine yayıldıkça, göç konusundaki tartışmalar da sertleşmektedir. Yine de pek çok Amerikalı’nın aklında yer etmiş olan inanca göre, “altın kapı”nın önünde meşalesini havaya kaldırarak duran Özgürlük Anıtı, Amerika Birleşik Devletleri için gerçekten, “özgürce soluk almak için can atanları” karşılayan bir simge oluşturmaktadır. Bu inanç ve bir zamanlar atalarının da göçmen olduğu bilinci, Amerika Birleşik Devletleri’ni uluslardan oluşan bir ulus yapmıştır.