Van’ın Hoşap kasabasında dünyaya gelmiş olan ve buna nisbetle Vanî veya Hoşâbî olarak anılan tefsir âlimi, vâiz. Osmanlı fikir ve kültür târihinin yetiştirdiği ve 17. asırda Türk milliyetçiliği bayrağını dalgalandıran büyük şahsiyet. İlk eğitimini Van’da almış, Tebriz, Gence ve Karabağ’da tahsilini sürdürdükten sonra Erzurum’a geçmiştir. 1659 Eylülünde Erzurum Beylerbeyi olarak şehre gelen Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa’nın beğenisini kazanmış, onun sadrâzam olmasıyla birlikte İstanbul’a dâvet edilerek (IV.) Mehmed’in çevresine dâhil olmuştur. Kaynaklarda etkileyici bir hatip olduğundan bahsedilen, Yenicâmi kürsü vâizliği ile pâdişâhın hocası (Hâce-i sultânî) görevlerine getirilen ve sultânın çok sevdiği Mehmed Efendi, II. Viyana kuşatmasına da ordu vâizi olarak katılmış, askerleri şevklendirmek için siperlerde vaazlar vermiştir. Viyana kuşatmasının hezîmetle sonuçlanması netîcesinde, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın isteği doğrultusunda kuşatma için kamuoyunu ve bu işe taraftâr olmayan pâdişâhı iknâ etmek konusunda etkili olması dolayısıyla, Bursa Kestel’e sürgüne gönderildi; fakat bir menfi olarak yaşamaya katlanamayarak burada kısa süre sonra vefât etti.
Vanî Mehmed Efendi fakih – mutasavvıf çekişmelerinin bir tarafıydı. 40 yaşına dek tasavvufla ilgilendiğini; fakat fıkıh kitaplarına yönelince tasavvuf şeyhlerinin yanlış yolda olduklarını anladığını kendi diliyle ifâde etmiştir. Niyâzi-i Mısrî’nin Midilli’ye sürülmesinde, Babaeski’de bir Bektâşî tekkesinin ve Hafsa’daki Kanber Baba Türbesinin yıktırılması ile Mevlevî ve Halfetî dergâhlarının kapatılmasında etkili olduğu bilinmektedir. Üstelik bunu, Mevlevî hayrânı olan bir sultâna yaptırtabilmiş olması da tesir ve iknâ gücünü gösteren güzel bir örnektir. Bu sebeple olsa gerek, pâdişah tarafından kendisine bağışlanan ve onun adıyla Vaniköy olarak anılan Boğaz kıyısından vapurla geçen Mevlevîlerin asırlar sonra bile bu semte arkalarını döndükleri rivâyet edilir. Ayrıca Vanî Mehmed Efendi, 17. asrın tuhaf sîmâlarından biri olan ve dönmelik mezhebinin kurucusu Sabatay Sevi’yi, Sadaret Kaymakamı Mustafa Paşa ile Şeyhülislâm Minkârîzâde Yahya Efendi’nin bulunduğu bir dîvanda yargılamıştır.
Arâ’isü’l-Ķur’ân ve nefâ’isi’l-Furkan adlı eserinde Kur’ân kıssalarını tefsîr etmiş, bu meyanda bâzı millî değerlendirmeleri sebebiyle büyük târihçi İsmâil Hâmi Dânişmend tarafından “Osmanlı medresesinin taassup devrinde Türkçülük bayrağını tefsîr ilminin tepesine diken yegâne Türk âlimi” olarak tebcîl edilmiştir. Bu özelliğinden olsa gerek Şemseddin Sâmî’nin Kâmusü’l-a’lâm’ında “Milel-i sâireye karşı olan taassubuyla meşhur” ifâdeleriyle kendisinden bahsettiği Mehmed Efendi, Türk milletini Kur’ân’da adları anılan Yecüc ve Mecüc tâifesi olarak gösteren yorumlara karşı çıkmış, asıl onlara karşı mücâdele eden Zülkarneyn’in Oğuz Kağan olduğuna dâir yorumları tereddütsüz savunmuştur. Ayrıca Mâide sûresinin 54. âyetinde “Ey îman edenler, içinizden kim dininden dönerse Allah — mü’ minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği — bir kavim getirir ki onlar Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir kınayanın kınamasından çekinmezler. Bu, Allahın lûtf u inâyetidir ki onu kime dilerse ona verir. Allah ihsânı bol olan, en çok bilendir.” ifâdeleriyle bahsedilen kavmin “Allah ü Teâlâ’nın av ü inayetiyle hüsn ü tevfîkine istinâden biz deriz ki, bu kavim, Arap kavmine mugâyeret-i tâmme ile mugâyir bulunan Türk kavmidir” yorumuyla Türkler olduğunu belirtmiş, bunun sebebini de “Uzun zamanlardan beri karada ve denizde, Şarkta ve Garpta Rumlar ve Frenklerle mücâhedede bulunan gâzilerin bütün Bizans ülkelerini zaptedip oralarda tavattun etmiş olan Türkler olduğunu görüyoruz; bu suretle Rum, Ermeni ve Gürcü ülkeleriyle Frenk memleketlerinin bazıları ve Rus diyarının bir kısmı, Türk memleketi hâline gelmiş, Türk dili oralarda taammüm ve intişâr etmiş, Türkler tarafından bu memleketlerde İslâm ahkâmı tatbik ve icrâ edilmiş ve Türklerin yümn ü bereketi sâyesinde hıristiyan cemaatlerinin ekserisi İslâm dinini kabûl ederek evvelce Rum, Frenk ve Rus oldukları hâlde bilâhare Türkleşmişlerdir ve bu, Allah’ın Türklere nasib etmiş olduğu bir fazl-ı ilâhîdir.” sözleriyle açıklamıştır.
İsmâil Hâmi Dânişmend, “Türk milliyetinin 17. asırda yetişen bu büyük mübeşşiri”nin vazıh bir Türkçü olduğunu, hakîki Türklüğü Oğuz dairesine ircâ eden, dil ve kültür esaslarını ihmâl etmeyen sıkı bir ırkçılığa istinâd ettiğini belirtmiştir.
Dânişmend, onun, bilhassa bu konudaki fikirleri dolayısıyla celbettiği düşmanlıklar yüzünden sürüldüğünü, bu sebeple “Türk milliyetinin büyük şehidi” olduğunu kaydetmiş, Vanî Mehmed Efendi’yi, Türk medreselerinde Türklük aleyhinde intişâr eden fikirlerin ve taassup karanlığının ortasında doğmuş büyük bir nur olarak tasvîr etmiştir.
Göktürk Ömer