Arapça, kayıtlı ve serbest olmanın iki yüzü anlamında bir isim tamlaması. Bu ikisi, bütün itibarların sükût (düşüş) ü ve ispatı bakımından, zat’ın itibarının iki yönü (yüzü, vechi) nü gösterir. Hakk’ın zatı, vücûdu kendinden olan bir vücûddur. O bu şekilde itibar olunursa, O’na mutlak denir. Herşeyin kendisiyle beraber bir hakikati vardır. Bu, adem-i mahz olan sırf vücûdun gayrisi olsa bile, ayrı da değildir. Kendisiyle mevcud, kendisi dışındakiyle mâ’dum (varlık ve yokluk) olan şeye nasıl bitişir. Her şeyin gayrisi, ondan ayrı değildir. Onun dışındakiler, varolmayan ma’dum a’yandır. Şayet ondan ayrılırsa var olmaz. Her şey onunla beraber, onun zatı sebebiyle mevcuttur. O, kendisiyle beraber bir şey olmama tecerrüdü yani kayıdı ile kayıtlanırsa, o zaman kendisiyle birlikte, hiçbir şeyin bulunmadığı “Ehad” olur. Bu sebeple muhakkik (tahkik sahibi)” O, hâla eskiden olduğu gibidir” der. Kendisiyle beraber bir şey vardır, diye kayıd altına alınırsa, bu takdirde O, kendisiyle mevcud, kendisi dışındakiyle ma’dum olan kayıtlayıcının aynı olur. Hak onun suretinde tecelli eder ve ona vücûdiyet izafe eder. İzafet kalkarsa o, kendi zatında mâ’dûm olur. Bu mana, tevhid ehlinin “izafetin düşürülmesi” sözüne benzer ve şöyle diyen tasdik edilir: “Vücûd, vacibin hakikatının aynı, her mümkinin hakikatinin gayridir. Zira, o, her mâhiyet ve aynın üzerinde ziyade olan bir şeydir. Siyahın siyahlığı, insanın insanlığı da mevcûd olmayan bir şeydir. O, vücûdun olmayışı bakımından mâdumdur.