Amerika Birleşik Devletleri Vietnam Savaş’ndan sonra dünya genelinde daha hareketli bir politika izlemeye ve Avrupa, Orta Doğu ve Latin Amerika’daki sorunlara el atmaya başladı. Buna karşın, 1970’lerin sonlarında Sovyetler Birliği ve özellikle İran’la olan ilişkilede ciddi sorunlar ortaya çıktı.
Başkan Ford, Nixon yönetiminin Sovyetler birliğine karşı bir yumuşama uygulama politikasını sürdürdü. Kasım 1974’te Vladivostok’ta Sovyet lideri Leonid Brezhnev’le buluştu. Buluşma, A.B.D.-Sovyet silah kontrol önlemleri konusunda ilerleme sağlayacak bir ön anlaşmayla sona erdi. Ayrıca, 1975’te Helsinki’de çok uluslu bir konferans toplanmasına yol açıldı
Avrupa tarihindeki en büyük doruk toplantısını oluşturan Helsinki Konferansı’na 35 Avrupa ülkesinin ve Amerika Birleşik Devletleri ile Kanada’nın liderleri katıldılar. Konferansta 30.000 sözcükten oluşan tarihsel bir Son Senet hazırlandı. Anılan belgede, Batılı ülkelerin savunduğu bazı önemli ilkeler kadar, Doğu Bloku ülkelerinin ileri sürdüğü belirli noktalara da yer verildi. Belgede, Moskova’nın uzun yıllardır istediği gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’daki sınırlarda oluşan değişikliklerin kalıcılığı kabul ediliyordu. Helsinki Son Senedi ayrıca, bireysel haklara ve insan özgürlüklerine saygı gösterileceği güvencesini de içeriyordu. Batı ülkeleri, Doğu Bloku hükümetlerine bu güvenceyi imzalatarak onlar üzerindeki baskılarını arttırmayı umuyorlardı. Gerçekten Batılı ülkeler, belirli aralıklarla yapılan “Helsinki izleme toplantıları”ndan etkili bir biçimde yararlanarak, Doğu Bloku’ndaki komünist ülkelerde görülen insan hakları ihlallerini göz önüne serdiler.
Başkan Jimmy Carter, Mısır ile İsrail arasında 30 yıldır süren savaş durumunu sona erdiren bir çıkışın gerçekleştirilmesine önemli bir yardımda bulundu. 1978’de, barışçı bir çözümü müzakere etmek amacıyla, Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menahim Begin’le hem arabulucu hem de katılımcı olarak Maryland’daki Camp David başkanlık dinlenme tesisinde biraraya geldi. Her iki lider Mart 1979’da Amerika Birleşik Devletleri’ne dönerek Beyaz Saray’da barış antlaşmasını imzaladılar.
Carter, Panama Kanalı’nı Panama’ya 2000 yılında geri verecek olan antlaşmaların, uzun ve çok kez duygusal tartışmalar sonunda Senato tarafından onaylanmasını da sağladı. Ayrıca, Nixon’un açtığı yolu izleyerek Çin Halk Cumhuriyeti’ni resmen tanıdı.
Buna karşın Carter Sovyetler Birliği karşısında daha az başarılı oldu. Göreve başladığı sırada yumuşama süreci doruğunda olmasına ve Amerika Birleşik Devletleri’nin “aşırı komünizm korkusundan” kurtulduğunu açıklamasına karşılık, “insan haklarına bağlılığımızın mutlak olması gerekir” diye ısrarlı davranması Sovyet hükümetinin düşmanca davranmasına yol açtı. Nükleer silah stoklarını daha da azaltacak bir SALT II anlaşması imzalandı; fakat, Sovyetlerin 1979’da Afganistan’ı işgalini protesto etmek için Senato tarafından onaylanmadı. Carter aynı yıl, 1980’lerde çok büyük harcamalara yol açacak bir savunma desteği programı başlattı.
Carter 1979’da İran’da daha da büyük bir sıkıntıya düştü. Şii Müslüman lider Ayetullah Humeyni yönetiminde gerçekleşen bir kökten dinci ihtilalin, yolsuzluğa bulaşmış bulunan ama dost olan rejimi devirmesinden sonra Carter, tahttan indirilen Şah’ı tedavi görmesi için Amerika Birleşik Devletleri’ne kabul etti. İranlı kzgın militanlar Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği’ni işgal ettiler ve 53 Amerikalıyı bir yıldan fazla rehin tuttular. Carter tüm çabalarına karşın onların salıverilmelerini sağlayamadı ve seçimi kaybetmesinde bu başarısızlığının da katkısı oldu.