“Onlar, yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir.” (Furkân, 25/72)
İslam’da şahitliğe büyük önem verilmiştir. Gerektiğinde şahitliği yerine getirmek dinî bir görev ve farz, şahitlik yapmamak veya yalancı şahitlik yapmak ise büyük günahtır. Adaletin gerçekleşmesi ve hakkın ortaya çıkması büyük ölçüde şahitlerin bu görevi yerine getirmelerine bağlıdır.
Bir kimsenin hakkında bilgi sahibi olmadığı, görmediği ve duymadığı bir ko-nuda bildiğini, gördüğünü ve duyduğunu söylemesi “yalancı şahitlik”tir. Böyle bir şahitlik, insanların zarar görmesine ve pek çok hakkın zayi olmasına sebebiyet vere-ceğinden dinimizce haram kılınmış ve büyük günahlardan sayılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) yanındakilere; “Büyük günahların da en büyüğü olan günahların ne olduğunu size söyleyeyim mi?” diye sormuş; “Buyurun yâ Resûlullah” demeleri üze-rine bunları, “Allah’a ortak koşmak, ana babaya âsi olmak ve yalancı şahitlik yapmak” şeklinde sıralamış; özellikle sonuncusunu birkaç defa tekrar ederek bu hususta ya-nındakileri uyarmıştır (Buhârî, “Şehâdât”, 10; Müslim, “Îmân”, 143).
Yalancı şahitliğin keffareti yoktur. Tövbe etmekle de bunun manevi sorumlu-luğundan kurtulmak mümkün değildir. Çünkü bu, bir kul hakkıdır. Kul hakkı ihlâlinde bulunan kişi de, öncelikle mağdurun zararını telâfi eder, kendisinden helâllik dileyip gönlünü alır ve bir daha yapmamak üzere tövbe edip Allah’tan af diledikten sonra günahının affını ümit edebilir. Yüce Rabbimiz; kendimizin, ana babamızın ve en yakınlarımızın aleyhine bile olsa bize ihtiyaç duyulduğunda şahit-liğimizi Allah için dosdoğru ve adaletle yapmamızı (Nisâ, 4/135), bir topluma olan kinimizin bizi adaletsizliğe sevk etmemesini (Mâide, 5/8), bildiklerimizi gizlememe-mizi (Bakara, 2/140, 283) ve çağrıldığımızda şahitlikten kaçınmamamızı (Bakara, 2/282) istemektedir. Böyle bir durum ortaya çıkarsa şahitlik görevimizi, dünyevi endişeleri-nizi bir kenara bırakıp; sadece ve sadece Cenab-ı Hakk’ın hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ve adaletle yerine getirelim.
Ayetin son bölümünde geçen ve kaçınmamız istenen “lağv” kavramı genelde boş, faydasız, anlamsız, hükümsüz, hatalı, kötü, çirkin ve düşünülmeden rastgele söyle-nen amaçsız söz ve konuşmaları içerdiği gibi ahlakî boyutu öne çıkan olumsuz fiil-leri de içerir. Bu söz ve fiillerin bir kısmı küfür ve şirk gibi haram, bir kısmı mekruh, bir kısmı da faydasız mubah hükmünde olabilir.
Biz insanların hayatı çok değerlidir. Nefeslerimiz sayılıdır. Bize ebediyeti ka-zandıracak bu dünya sınavının süresi de ecellerimizle sınırlıdır. Öyleyse bu süreyi anlamsız ve boş meşguliyetlerle heba etmememiz gerekir. Peygamberimiz (s.a.s), sağlık ve boş vaktin iki büyük nimet olduğunu, insanların çoğunun bu iki nimeti değerlendirme konusunda aldandığını bildirerek bizleri bu konuda uyarmaktadır.
Bir başka hadislerinde de “Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir.” (Tirmizî, “Zühd”, 11; İbn Mâce, “Fiten”, 12) buyurarak “lağv”dan kaçınmamız gerektiğine dikkatimizi çekmektedir.
Böyle bir duruma düşmememiz ve bizi hiç ilgilendirmeyen konularla nasıl ku-şatıldığımızı görebilmemiz için “bir günlük hayatımızı” gözden geçirerek gün içinde nelerle ilgilendiğimizi, merakımızı nerelere yönelttiğimizi ve saatlerimizi neler uğ-runda harcadığımızı araştırmamız lazımdır.
Bu ayette bizlerin “lağv”dan kaçınmamız istendiği gibi; çirkin sözlerin sarf edildi-ği, konuşmaların yapıldığı veya davranışların sergilendiği ortamlara rastladığımızda onurluca oradan geçip gitmemiz de istenmektedir.
Bütün bu söylediklerimizden “neme lazımcılık” gibi bir anlam da çıkarmayalım. Faydalı sözleri konuşmamızın, emr bi’l-ma’rûf ve nehy ani’l-münker görevini yerine getirmemizin, ilim öğrenip öğretmemizin ve Allah’ı zikretmemizin birer ibadet ve görev olduğunu unutmayalım. Aynı şekilde kötü sözlerden, iftira ve gıybetten, dini-mize ve dünyamıza faydası olmayan boş lakırtılardan uzak duralım.