“Derler ki: ‘Hayat ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha diriltilecek de değiliz.’ Rab’lerinin huzurunda durduruldukları vakit (hâllerini) bir görsen! (Allah) diyecek ki: ‘Nasıl, şu (dirilmek) gerçek değil miymiş?’ Onlar, ‘Evet, Rabbimize andolsun ki, gerçekmiş’ diyecekler. (Allah), ‘Öyleyse inkâr etmekte olduğunuzdan dolayı tadın azabı!’ diyecek.” (En’âm, 6/29-30)
İnsanların en zor kabul ettikleri inanç ilkesi, öldükten sonra dirilme ve onun getirdiği âhiret hayatıdır. Peygamberler ve ilâhî vahiy en çok bu konuda tepki gör-müş ve inkâr cihetine gidilmiştir. Bu sebeple yüce Allah, öldükten sonra dirilme konusunu çeşitli mucize ve delillerle ispat etmektedir. Bu âyet-i kerime Cahiliye dönemi Araplarının genellikle âhirete inanmadıklarını göstermektedir. Ayrıca bu ayet-i kerimede, müşriklerin, genel olarak da inkârcıların özelliklerinden birine işaret edilmektedir. Ahiret hayatını inkâr, inkârcıların şirkten sonraki en büyük günahlarıdır. Zira Kur’an-ı Kerim’de sık sık “Allah ve âhiret gününe iman” birlik-te zikredilmek suretiyle bu inancın önemi ve âhireti inkâr etmenin başlıca küfür alâmetlerinden biri olduğu gösterilmiştir.
Müşriklerin önde gelenlerinden biri, sevgili Peygamberimize elinde çürümüş bir kemik parçası ile gelir ve onu ufalayıp “Böyle un ufak olduktan sonra Allah bunu diriltecek öyle mi?” der. Resûl-i Ekrem de, “Evet. Nitekim O seni de öldürecek, sonra diriltip cehenneme atacak!” cevabını verir. Kutsal Kitabımızda bu olay şöyle değerlendirilir:
“İnsan, bizim kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir. Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: ‘Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?’ De ki: ‘Onları ilk defa var eden diril-tecektir. O her yaratılmışı hakkıyla bilendir.’ O, sizin için yeşil ağaçtan ateş yaratandır. Şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir. Bir şeyi dilediği zaman O’nun emri o şeye ancak ‘Ol!’ demektir. O da hemen oluverir. Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah’ın şanı yücedir! Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Yasin,36/77-83)
Günümüzde de, “görmediğime inanmam” ve “ahirete giden gelen var mı?” gibi sözlerle ahiret hayatının inkâra kalkışıldığı görülmektedir. Aslında âhiretin varlığı-na delil olarak içinde yaşadığımız hayat kâfidir. Rabbimiz bizi yokluk karanlıkla-rından çıkarıp pırıl pırıl bir âlemde hayat dediğimiz nimeti vermiş olduğuna göre, ölünce aynı işin bir kere daha tekrarlanması nasıl imkânsız olabilir? Üstelik tekrar diriltme birincisine göre daha kolay değil midir? Ayrıca bir yerden veya bir şeyden haber vermek için o yere gitmek veya o şeyi mutlaka gözümüzle görmemiz de gerekmez. Astronomi ilmi bize yıldızlardan, samanyolundan ve galaksilerden bah-setmektedir. Uzayda hâlâ ışığı bize ulaşamayan nice yıldızlar vardır. Peki, buralara kim gidip kim gelmiştir?
Asrımızda insan aklı, her ne kadar mahiyet ve ölçüleri başka olan bu âlemi hak-kıyla idrakten aciz ise de, varlığı sınırsız delillerle ispatlanan âhireti mümkün gör-mektedir. Aklen mümkün olan bir şeyin varlığı da haber yoluyla tahakkuk eder. Bütün peygamberler ve kitaplar ahiretin varlığını haber vermiş ve insanın tekrar dirilerek, bu dünya hayatında yaptıklarından hesaba çekileceğini haber vermiştir. Ayrıca, ahiretin olmaması zalimleri zulümleriyle baş başa bırakmak anlamına gelir. Zulme uğrayıp da mağdur olanların hakkını kim ödeyecektir? Hak-hukuk tanıma-yan, öldürmekten zevk alan ve yaptıklarının cezasını çekmeden ölenlerin yaptıkları, yanlarında mı kalacak? O halde âhiret vardır ve olmalıdır.
Ahireti inkâra kalkışanlar ahirette Allah’ın huzuruna getirilecek, Allah onlarla konuşacak, onlara sorular soracak ve cevaplar alacaktır. Bu dünya hayatından başka hayatın olduğunu kabullenmeyenler, orada bunun doğruluğunu yaşayarak görecek-lerdir. Sonuçta Rabbimiz onlara şöyle diyecek:
“Öyle ise inkâr ettiğinizden dolayı azabı tadınız.”