İbâdet eden. Farzları ve vâcibleri yerine getirdikten sonra çeşitli nâfile ve yapılması sevab olan işlere de devam eden. Çokluk şekli, ubbâd’dır. Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Tevbe edenler, âbidler, hamd edenler (cihâd…
MoreHayat suyu. Saf ve berrak su. İnce ve derin mânâlı söz. Tasavvufta mürşid-i kâmil denilen evliyâ zâtların, insanların mânen canlı, kalblerinin uyanık olmalarına vesîle olan mübârek sözleri, mânevî nazarları (bakı şları) ve…
MoreKur’ân-ı kerîmin sekseninci sûresi. Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Kırk iki âyet-i kerîmedir. Birinci âyet-i kerîmede yüzçevirdi, iltifat etmedi mânâsına olan Abese lafzı sûreye isim olmuştur. Sûrede, Kur’ân-ı kerîmin Allahü teâlâ tarafından…
MoreBoş, faydasız şey. Namazda abes hareketler mekruhtur. Elbise ile oynamak gibi. Namazda faydalı hareketin meselâ eli ile alnındaki teri silmenin zararı olmaz. Pantolonun tozunu silkmek, mekruhtur. Kaşınmak abes değilse de, bir rüknde,…
MoreKulluk makamı. Evliyâlığın en yüksek makâmı, derecesi. İyilikleri Allahü teâlâdan bilip kendinden bilmemek. Allahü teâlânın lütf ve ihsânı ile Abdiyyet derecesine ulaşmak istiyen kimsenin, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selleme tam olarak uyması…
MoreNamaz ve diğer bâzı ibâdetlerin yerine getirilebilmesi için yapılması lâzım gelen yüzü, dirseklerle berâber kolları yıkamak, başın dörtte birini mesh etmek ve topuklarla berâber ayakları yıkamaktan ibâret temizlik. Namazın dışındaki farzlardan biri.…
MoreKul. (Bkz. Kul) Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Her türlü noksanlıktan münezzeh olan Allahü teâlâ, abdini (Muhammed aleyhisselâmı) bir gece Mescid-i Haram’dan, Mescid’i Aksâ’ya götürdü. (İsrâ sûresi: 1) Göklerde ve…
MoreAbdullahlar. Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmı (arkadaşları) arasında fıkıh ve hadîs-i şerîf ilimlerinde şöhret bulmuş Abdullah adını taşıyan sahâbîler. Abâdile, Abdullah kelimesinin çokluk şeklidir. Peygamber efendimizin Eshâb -ı kirâmı aras ında Abdullah isimli…
MoreAlevî-Bektaşî edebiyatında, çoğunlukla hece vezniyle söylenmiş şiirlere deyiş adı verilir. Bektaşiler bu tür şiirlere, genellikle “nefes” derken, Alevîler “deyiş” der. Batınî inanç sebebiyle, âyet diyenler de vardır.…
MoreFarsça, gül destesi demektir. Kollu salta ile uzun cübbeye deste gül denir. Mevlevî dervişleri, bunu, hücrede giyerlerdi. Âyin sırasındaki giysileri tennure olup, bellerine elifî nemed denilen bir kemer sararlardı. Bektaşîlerin destegül dedikleri…
MoreFarsça, soluk veya zaman manasınadır. Tasavvufta, sûfinin geçmiş ve gelecek endişesinden kurtularak içinde bulunduğu ânı yaşaması esastır. Bu hâli elde etmiş kişi, ibnu’l-Vakt adıyla anılır ve sürekli Allah’la beraberdir yani “ihsan” derecesine…
MoreArapça, tellal, simsar gibi mânâları ihtiva eder. İnsanları birbirine sevdirmek ve kaynaştırmakla görevli, aşk ve muhabbet tellâlından bahsedilir. Bu ifade, Türkçe argodaki şekliyle, fahişe kadınları müşterilere pazarlayan deyyus kişi anlamında kullanılır. Tâbir,…
MoreFarsça, yamalı dilenci hırkası veya eski elbise manasınadır. Maddi durumu iyi olmayan dervişler ve melâmet yoluna yönelmiş bulunan kişiler tarafından giyilen, yünden mamul, adî bir elbise. Tasavvufta, Ashab-ı Suffe ve onların durumu…
MoreArapça, yol gösteren, kılavuz, rehber, işaret, iz vs. gibi mânâları ihtiva eder. Tasavvufta, delil olarak şeyh terimi kullanılır. Zira o, dervişi, Allah yoluna sevkedip, Allah’a vasıl eden kişidir. Akşemseddin’in tabiriyle, şeyh; kulu…
MoreAklı yitik kimseler için kullanılan bir kelime. Tasavvufi planda Allah’ın zât tecellisine maruz kalmış, bir şeyhe de bağlı olmadığı için, o tecellinin yüküne tahammül edemeyen kişilerde meydana gelen meczûbluk hâlidir. Akşemseddin, şeyhin…
MoreArapça, delil kelimesinin çoğulu, yol gösteren, delil, kılavuz, işaret, burhan, bir davayı ispata yarayan şey vs. gibi mânâları ihtiva eder. Şeyh Süleyman Cezûlî (öl. 870/1465) tarafından yazılmış bir salâvat kitabıdır. Kitabın adı…
MoreArapça, gaflet, hayret veya dalgınlıktan aklın gitmesi, o hal üzere devam etmesi mânâsına gelir. Sufiyye’ye göre dehşet; Habibin (yani Allah’ın) heybetinden dolayı, muhibbi (yani sufi’yi) etki altına alan bir kuvvettir. Bu, kulu…
MoreFarsça deh ağız, dehân ağızlar demektir. Zahiren konuşma özelliği demektir, ilâhî işaretler ve uyanlar. Hakk’ın kelâmı, Dehân-ı küçek: Küçük ağızlar, demektir. Anlayış ve vehmden mukaddes olan konuşma özelliği.…
MoreBektâşîlerin Kırşehir’deki pîr makamı postnişinine verilen unvan. Bu merkez tekkenin haricindeki tekke şeyhlerine, baba denilirdi. Dervişler, hürmetli ifade tarzı olarak “baba erenler” diye hitabederlerdi. Bektaşîlikte derecelenme sırası aşağıdan yukarıya şu şekilde idi:…
MoreArapça. Batıdan esen ve Ad kavmini helak eden rüzgarın adı. Nefsin hevâsmın hücumu ve nefsi istilâ etmesi, kelimenin ıstılah anlamını tarif eder. Bunun zıddı, Doğu rüzgarıdır ki, Saba rüzgarı diye anılır. Bu…
MoreArapça, bir kimseye tahsis edilen şeye denir. Allahü Teâla ile özel münasebet kurmuş olan Allah dostlarından, havas tabakasına ulaşmış kişilere denir. Hadislere göre, Allah bunlara parlak nurlu elbiseler giydirir, onları afiyet içinde…
MoreSaliklerin, nefsin tezkiyesi (arınması), kalbin saflaşması için bir hücreye girip kırk gün süreyle ibadet, zikir ve fikir ile meşgul olması. Çile bazan, zelle (ufak kusur) karşılığında ceza şeklinde de uygulanırdı. Mevlevî dervişleri,…
MoreFarsça, göz anlamındadır. Osmanlılarda, kızağa çekilen gemilerin durduğu, üstü kapalı sündürmelere çeşm denilirdi. Tasavvuf? bir terim olarak, A’yan dışında Hakk’ı müşahede için kullanılır. Allah’ın basar sıfatı: el-Basir.…
MoreTekkelerde çerağın arzettiği önem büyüktür. Bunu, çerağı yakıp söndürmek için, ayrı bir görevli tayin edilmesinden anlıyoruz. Kaynaklar, tekke hizmetleri arasında, ifa ettiği görev itibariyle çerağcının önemli bir kişi olduğunu kaydetmektedir. Güneş batma…
MoreArapça, delilik demektir. Söz ve işlerin akışına aklın fazla etkili olmaması şeklinde ortaya çıkan akıl bozukluğu. Aşıkların, Allah’tan başkasıyla meşgul olmaması, İlâhî aşk ile sarhoşluğu yaşamaları, deli olmadıkları halde deli gibi görünmeleri.…
MoreCinlerle uğraşmayı, muska, büyü ile meşgul olmayı meslek edinmiş kişilere cinci denir. Bunlar, dua okuyup üfürerek, hastaları iyileştirmeye çalıştıkları için “üfürükçü” olarak da anılırlar. Osmanlı tarihinde, istanbul’da pek çok olaylara neden olmuş…
MoreArapça, mukaddes zatın; zatında, zatı için ortaya çıkması. Aynı kelimeden türemiş isticlâ’nın manası da şudur: Zat-ı Mukaddesin, zatı için te’ayyünlerinde ortaya çıkmasıdır. Mükemmel isticlâ: Hakk’ın, kendisini, kendisiyle, kendisinden temaşa etmesi. Âlem, Allah’ın…
MoreBu kelime kök olarak İbranice’dir, “Allah’ın kulu” anlamına gelir. Cibril, mukarreb ve mürsel meleklerden biridir. Allah ile Peygamber arasındaki haberleşme görevini ifâ eder. Tasavvuf ıstılahı olarak “akıl”, “akl-ı Muhammedi” anlamlarına gelir. Ruh-i…
MoreFarsça savaş demektir. Allah’ın, kulunu çeşitli belâlar ile imtihan etmesidir. Bu imtihan, maddî ve manevî musibetler ile olur. “İnsanlar, imtihandan geçmeksizin, inandık demekle kurtuluvereceklerini mi zannediyorlar” (Ankebût/2) âyetinde anlatılan husus, budur. Sufiler,…
MoreArapça-Farsça. Cemaat evi, topluluk yeri gibi manâları vardır. Mevlevîlere mahsus bir terimdir. Mevlevîlerin Mesnevî okuyup dinledikleri yeri ifade ettiği söylenmekle birlikte, yemek pişirilen yer, sıcaklık yurdu ve istirahat mekanı manasına geldiği de…
More