Edirne’de doğan ve Yeniçeri Ocağı’nın 28. ortasına mensup olduğu için bu lakapla tanınan Türk diplomatı. Ocak’ta, çorbacı, muhzırbaşı, hâcegân ve yeniçeri efendisi olduktan sonra 1718 senesinde şıkk-ı sâlis defterdârı olarak Pasarofça görüşmelerinde bulundu. Hem Avusturya’ya karşı bir ittifak tesis edebilmek hem de devletin ıslâhı ve yeni dış siyâset gereği müşâhede (“Fransa’nın vesâit-i umrân ve maârifine dahi lâyıkıyla kesb-i ıttılâ ederek kābil-i tatbîk olanlarını takrîr etmesi”) amacıyla Batı’ya elçi göndermek ihtiyâcı doğunca, Nevşehirli Dâmat İbrâhim Paşa’nın desteğiyle, “…mükâleme-i mezbûrede tertîb-i muhâverât ve desâis-i nasaraya tahsîl-i ıttılâ etmiş bir kârdan-ı dakîka-şinâs…” yâni, ikili görüşme yapabilen, hıristiyanların desîselerini bilen, işinin erbâbı, dakik bir kişi olarak fevkâlâde elçi sıfatıyla Paris’e yollandı. Seksen kişilik heyet, 7 Ekim 1720’de Fransız elçisi Marquis de Bonnac’ın temin ettiği bir gemi ile yola çıktıktan kırk gün sonra Toulon limanına varmış, buradan kara yolu, kanal ve nehirler vâsıtasıyla Orleans üzerinden Paris’e ulaşmıştır.
Fransa’da, kendi ifâdesiyle “Osmanlı gördükleri olmadığından aceb ne asıl âdemlerdir deyu görmeye talip” halkın olağanüstü ilgisine mazhâr olan, (XV.) Louis ile Tuileries Sarayı’nda görüşüp onunla ava çıkan, Paris’in önde gelenlerinin dâvetlerine katılıp şehrin kale ve istihkâmlarını gezen, şaşırtıcı bulduğu (“Görülmedikçe inanılmayacak kadar acayiplikler, gariplikler temâşâ olundu”) çeşitli operaları izleyen (“Paris şehrine mahsus bir eğlence var imiş, şehrin kibarları, vasi dahi ekseriya varır; kral bile ara sıra gelir imiş”), Versailles, Trianon ve Marly saraylarını gezen Çelebi, gördüğü bahçe, havuz ve saraylara karşı duyduğu hayranlığı, yazdığı Sefâretnâme’de izhâr etmiş ve bütün bu manzara karşısında “Dünya müminlerin hapishânesi, kâfirlerin cennetidir, maznûn-ı şerîfinin nükte-i latîfesiyle” teselli bulduğunu söylemekten kendisini alamamıştır. Târihimizin, Lâle Devri olarak bilinen ve daha ziyâde Sâdâbad eğlenceleri, zevk ve sefâhatla ve bütün bunları sonlandıran bir ayaklanmayla anılan faslının mîmârî ve peyzaj manzarası, onun bu gördüklerine, yanında getirdiği plânlara ve resimlere dayanmıştır.
Osmanlı, azametli dönemlerinde, Batı ülkelerinde elçi bulundurmadığı gibi, ülkemize gelip kâidelere uygun davranmayan elçileri hapsetmek veya pataklamaktan çekinmeyen mağrur bir devletti. Yirmisekiz Çelebi Mehmed ise Tanpınar’ın deyişiyle, “Paris’i Evliyâ Çelebi’nin Viyana’yı seyrettiği gibi Kânûnî asrının şanlı hâtıraları arasından ve bir serhad mücâhidinin mağrur gözü ile görmez. O, 18. asır Paris’ine Karlofça’nın ve Pasarofça’nın millî şuurda açtığı hazin gediklerden ve devlet işlerinde pişmiş zeki bir memur tecrübesiyle bakar.” Artık gidişâtın pek iç açıcı görülmediği, ilk toprak kayıplarının yaşandığı, askerî üstünlüğün yavaş yavaş tersine dönmeye başladığı bir dönemin, tagayyür ve fesat çağının insanı olarak bir şeyler öğrenmek ve memleketine taşımak üzere müşâhedelerini kaydeder. E. Z. Karal’ın tâbiriyle onun Sefâretnâme’si, Batı’ya açılmış ilk penceredir. Bu özelliği ve yukarıda bahsedilen koşulların sonucu olarak, bir asır öncesinin kânûn-ı kadîm arayışlarının (bkz. Koçi Bey maddesi), yerini yeni bir düzen çabasına bırakmaya başladığı dönemin ürünüdür ve Tanpınar’ın tâbiriyle “hemen her satırında gizli bir mukâyese fikri” görülür. Yirmisekiz Çelebi Mehmed’in hayranlık ve şaşkınlıklarının açıklıkla yansıttığı bu Sefâretnâme’yi, Batılılaşma târihimizin pîşdârı bir metin olarak görmek de bu sebeple gayet mümkündür.
Diğer yandan, Z. Arıkan’ın belirttiği gibi, bu elçilik faaliyeti Batı’da Türklere karşı duyulan önyargıları kırmış, Çelebi’nin uyumlu, medenî, nâzik kişiliği ve zekâsı bilhassa Paris’teki Türk imgesinin değişmesine, her ne kadar kendisinden önce ortaya çıkmaya başlamış olsa da, Turquerie modasının ve alaturka ilgilerin yayılmasına, kendisinden yirmi yıl sonra aynı vazifeyi deruhte eden oğlu Said Efendi’nin sefirliğiyle birlikte, katkı sağlamıştır.
Fransa’dan döndükten sonra ruznamçe-i evvel, defter emîni ve başmuhasebecilik gibi görevlerde bulunan Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Patrona Ayaklanması’ndan sonra ricâl-i devlete yakınlığı dolayısıya Lefkoşe’ye nefy edilmiş ve orada vefât etmiştir.
Göktürk Ömer