/////

Zafer Kurallarını Yeniden Yazmak: Woodrow Wilson

14 mins read

Washington: Kapıdaki düşman

Avrupa’yı patlamaya hazır hâle getirmek elli yılı bulsa da infilak ettirmek için beş yıl yeterli geldi. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde devletlerin, ihtiyaçları üzerindeki ihtirasları irili-ufaklı tüm Avrupa otoritelerini birbirine karşı bir bloklaşmaya, hırslandırmaya ve siyasi entrikalar çevirmeye sürükledi. Kimisi için özel sebepler adı altında tarih sahnesinde yer edinen hedef-kazanımlar, kimisi içinse genel sebepler içerisinden elde edilmek istenen politik çıkarlar yeni güç dengelerini meydana getirdi. 4 yıl süren amansız mücadelenin sonundaysa bilanço Avrupa nüfusunun %10’unun, Dünya nüfusunun ise %5’inin yok olmasıyla neticelendi. 

Britanya İmparatorluğu, Kızıl Deniz üzerinden Arap Denizi’ne ve Hint Okyanusu’na şartsız hâkim olmanın yansıra Osmanlı Devleti’nin gücünü kırmayı istiyor, Fransa 1870’de Bismarck Almanyası’na Sedan Muharebesi sonucu kaybettiği Alsass-Lorraine maden havzasını geri kazanmak ve sömürgelerini arttırmak istiyor, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Çarlık Rusya’nın ve İtalya’nın kendi egemenlik sahasındaki hak iddialarıyla yüzleşmek ve boğuşmaya zorlanıyordu. Ve bu zorlanma esnasında tek gerçek destekçisi geçmişteki en büyük rakibi Alman İmparatorluğu’ydu. Özellikle Panslavizm hareketi Rusya’nın milli kimlik arayışına girmiş olan Balkan bölgelerindeki Slavların ilgisini çekmekteydi. Mezhepsel anlamda da Rus hamiliğine yakınlık içerisinde olmaları bu konuda Avrupa’nın kaderini ince bir ipliğin üzerine serdiği gibi Rusya’nın genişleyebileceği yeni coğrafyayı da politikanın gündemine koymaktaydı. Savaşın sonunda paylaşılacak pasta ise Osmanlı Devleti ve Alman siyasi tahakkümüydü. 

Kuzenlerin ve Avrupa akrabalık otoritelerinin savaşı olarak da adlandırabilecek I. Dünya Savaşı’nda 3 büyük yabancı aktör bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti, ABD ve Japonya. Reval Görüşmeleri (1908) akabinde şekillenen İtilaf Grubu’nun mendireği Britanya İmparatorluğu, Avrupa’daki oluşturduğu bu bloklaşma cihetiyle Alman İmparatorluğu’nun varlığını kıta Avrupası’nda siyaseten ve konvansiyonel anlamda güçlendirmeye devam etmesi Britanya’nın yeni müttefiklikler arayışına girmesine sebebiyet vermişti. 1914’te başlayan savaştan Çarlık Rusya’nın 1917’deki Bolşevik İhtilali hasebiyle, iç karışıklığı hemhâl şekilde bastırabilmek için çekilmesi Britanya İmparatorluğu’nu kendi çıkarlarını koruyabilmek adına sivrisinek diplomasisini alarma geçirmesini sağladı. 

Aynı yıllarda ABD’nin Meksika üzerine kenetlenmesinin ve sınır boyunca teyakkuzda olmasının en büyük sebebi Caranza’nın I. Dünya Savaşı süresince Meksika’nın tarafsızlığını tarihsel hırsları dolayısıyla bozma raddesine getirilmiş olunmasıydı. Dönemin Alman Dışişleri Bakanı Arthur Zimmermann’ın 1917’nin Ocak’ında Meksika’yı kıskacına alması ve aynı tarihte gönderdiği Zimmermann Telgrafı’nın ABD basınında büyük yankı uyandırması etken olmuştur. Zira böylesi bir atmosferde kıyametin okyanusun öbür tarafında kopuyor olması esnasında ABD’nin izole politikası devam ederken kulağı dibindeki Meksika’nın Alman İmparatorluğu’nun dolduruşuna gelerek Teksas, New Mexico ve Arizona eyaletlerine olan düşkünlüğü hizasında silahlandığına dair elde edilen istihbarat bilgileri ABD’nin izole diplomasisini bozmasına sebebiyet verdi. Carranza, İngiliz ablukasına karşılık Alman İmparatoru II. Wilhelm’den kayıtsız ve şartsız yardım talebinin garantörlüğünü aldıktan sonra Meksika Anayasası’nın 3. ve 130. maddeleri gereğince ılımlı bir politika izlemekten vazgeçebileceğini deklare etmesi üzerine Başkan Wilson, Lyod George’un koluna girmek durumunda kaldı. 

ABD’nin Britanya safında savaşa dâhil olması her ne kadar Meksika özelinde kapıya dayanmış olan tehdit dolayısıyla tetiklenmiş gibi gözükse de (Avrupa odaklı gizli bir elin bölfü olarak değerlendirilen asılsız durum) 1823 Monroe Doktrini’nin dışında bir dünya siyasetine adım atma hevesi ve bu hevesin verdiği cesaret ABD’yi dış politikasını yeniden kurgulama yoluna sevk etti. Bu durumda 95 yıllık Avrupa siyasetine karışmama ve buna bağlı izole politikalardan uzaklaşıldı. Peki Başkan Wilson yenilenlerin tarafına geçmekle neyi amaçlamıştı? 

New Jersey: ABD menfaatleri Başkan’dan büyüktür

Amerikan İç Savaşı ve Yeniden Yapılanma dönemlerinde Amerika’nın güneyi olan Staunton’da (Virginia) İskoç kökenli bir ailenin naif çocuğu olarak doğan Wilson, hayatının ilk dönemlerinde Georgia’da büyüdü. Ergenlik yaşlarında Amerikan etnik geçmişine merak saldığı gibi ABD haritasını ve eyaletlerin kurallarını merakla araştırma eğilimine girdi. Seçkin ancak gösterişsiz bir ailede kişiliğini geliştiren Wilson Doktora eğitimini tamamladıktan sonra J. Hopkins Üniversitesi’nde Tarih ve Siyaset Bilimi üzerine ihtisaslaştı. Aynı Üniversitede (Jhon Hopkins University) Thomas Dixon Jr. ile dostluk kurdu. Thomas, Wilson hakkında “…biz onunla yankın arkadaş olduk. Zamanla birbirimizi tanıdık ve ondan Avrupa Tarihi üzerine çok şey öğrendim. Avrupa’da kurulan ilk siyaset kürsülerinde uzmanlaşmış olması ve Adolf Rubbert’in Siyaset Bilimi Kuramını düzgün anlamış olması hepimiz içinde onu farklı bir noktaya yükseltmekteydi. Kıta Avrupası ve Osmanlı ilişkileri düzleminde Osmanlı Devleti ve Anadolu’nun Avrupa’nın hedeflerine ulaşabilmesi açısından geçiş güzergâhı üstünde olması Wilson’un dikkatini hep çekmişti. Daha o dönemlerde (1883) Avrupa’nın büyük bir savaş sonrasında bölüşeceği nihai devletin Osmanlı İmparatorluğu olacağını söylüyordu.” Bu yönden bakıldığında Wilson’un ilgi alanının aslında pek de ABD ile sınırlı bir siyasi ve politik duruş-görüş olmadığı anlaşılmakta. 

Üniversitede akademisyenliğe başladığı ilk yıllarında geleceğin İngiltere Başbakanı olacak olan Arthur Chamberlain ile tanıştı ve Chamberlain’in bazı siyasi düşüncelerine şiddetle karşı gelerek özellikle Avrupa diplomasisinde ABD’nin olmadığı bir varoluşsal diyalektiğin ne Britanya ne de Fransa için sürdürülebilir olmayacağını söyledi. Akademisyenliğe başlamadan önce Bryn Mawr Collage, Wesleyan University in Middletown Collage’da ve Princeton University’e bağlı yerel okullarda Tarih Öğretmeni olarak eğitim veren W. Wilson, bu okullarda öğrencilerine müfredatın ötesinde Avrupa monarşilerinin yıkıma sürüklenmesinde ABD etkisi konulu bugünkü tabirle seçmeli ve isteğe bağlı dersler verdi. Henüz genç yaşlarındayken önceki ve faal ABD Başkanlarının eksikliklerini not ediyor ve vatandaşların anlayabileceği dil sadeliğinde makaleler, kitaplar yazıyordu. Henüz 23 yaşında 7 makale ve 20 gazete yazısı kaleme almıştı. 

Yükseköğretimde progressivism yani ilerlemeci hareketin belki de üst düzey ve inatçı savunucularından biri hâline gelmesi, akademide dürüst ve vatansever bir insan olarak anılmasını, saygı duyulmasını sağladı. Politikayla ilgilenmeye 1909’da başladı ve 1 yıl sonra hiçbir şekilde dışarıdan fonlanmış bir destek görmeden, oldukça ağırbaşlı hareketlerinin ve emin adımlarının neticesinde New Jersey Valisi olmayı başardı. 1910’dan 1912’ye kadar bu görevi sürdüren Wilson eğitimci kökeni dolayısıyla yaşadığı ve idari sorumluluk üstlendiği ABD’deki en büyük vatani ve vatandaşlık bilinci eksikliklerden biri olan “aidiyet duygusuna” bir çözüm bulabilmek için daha önce dünya eğitim tarihinde benzeri hiç olmamış “mixed-information” olarak adlandırılan “karma bilgiler” tabanlı bir dersin icadı konusundaki çalışmalara Valilik yıllarında başladı. Ünlü pedagog ve kuramcılarla (Kolhberg, Dewey, Harold O. Rugg, David Saville Muzzey vd.) yakından çalışan Başkan adayı ABD’de hem güneylilere olan bakışı iyileştirmek hem de eski ve çatırdamaya müsait yakın geçmiş husumetini (Kuzeyli-Güneyli çatışmasını) zamanla sindirecek “Social Studies Crurriculum” yani Sosyal Bilgiler Müfredatı’nı 1916’da programlattı. İşte bu ABD’de vatandaşlar tarafından doğrudan ilgi gördü ve zamanla eğitimdeki coğrafya ve tarih ilişkisini ilerlemeci felsefeyle birlikte ortaokul hayatına doğrudan ABD politikasının girmesini, yetişen genç beyinlerin ABD dış politikasını küçüklükten anlamasını ve öğrenmesini tamamlayıcı eğitim süreci dolayısıyla özümsemesini sağladı. Wilson’un Amerikan menfaatlerini herhangi bir zaman diliminde mevcut olan ABD Başkanı’ndan dahi üst boyutta bir devlet mekanizması hâlinde devam etmesinin ve toplumun küçük yaşlardan itibaren benimsemesi projesi 1912’de henüz New Jersey Valisi’yken hazırlanmıştı.

Vali makamında New Jersey’de bazı vergi düzenlemeleri ve buna bağlı kanun kaçaklarının peşine düşme gibi iç meselelerle çok daha alakadar olan Wilson, 1913’de Başkanlık adaylığını kesinleştirebilmek için aynı yıl Demokratik Ulusal Kongre’sinde parçalanmış olan Güneylileri kendi safında birleştirerek karşısındaki Amerikan kartellerinden ve Yüksek Mahkeme kariyeri sahibi olan W. H. Taft’ı ve diğer aday olan T. Roosvelt’i dumanında kaybolacakları bir farkla 1913’de ABD’nin 28. Başkanı olarak seçildi. Dolayısıyla kişisel tarihinde aynı zamanda bunu 1848’den itibaren başarabilen ilk Güney kökenli biri olması Başkanlıktan ayrılacağı tarihe kadar büyük siyasi güç elde etmesinde yardımcı oldu. Başkanlığı süresince (1913-1921) güç zehirlenmesine uğramadığı gibi kararlarını vermeden önce danışmaktan, karizmatik lider olmadığını kabul ettiği içinse eski çalışma arkadaşlarından siyasi fikirler almaktan kaçınmadı. Bu yönü kendisini 1921’de Başkanlık koltuğundan ayrılırken vatandaşlar tarafından şöyle nitelendirilecekti: “Siyasetin Okul Müdürü”. 

Paris: Devletlerin dostu yoktur 

İngiliz deneme yazarı William Hazlitt “…düşmanlarınızı kötülemeyin; onlar sizin eserinizdir” der.

Wilson, Başkanlık koltuğuna oturduğunda 57 yaşındaydı. Eşi Edith Bolling Başkanlık görevinin ikinci yılında Wilson’a 2 yılda 10 yıl yaşlandığını, bu görevi idare edemeyecek kadar yorulduğunu söylemiştir. Ancak W. Wilson’ın kurduğu şu cümle mütemadiyen bu yaşta niçin üniversite koridorlarına dönemeyeceğini bizlere açıklar: “Osmanlı Devleti, ABD’yi 30 yıl vergi denetimine tabii tuttu. Britanya, Avrupa’da yeni güç dengesini zoraki inşa ederken büyük monarşileri yıkmak istiyor. ABD’nin seyirci kalması hazırlıksız yakalandığımız bir senaryoyla sonuçlanabilir. Ve o gün Başkanlık koltuğunda olmamı tavsiye edebilirsin. Bunu hiçbirimiz istemeyiz.” Meksika’nın silahlandığına dair istihbaratın ABD genelinde manşetlere dökülmesiyle Alman karşıtlığı ve kontrollü propaganda Nisan 1917’de Wilson’u D. Lloyd George ile görüşmesinin zeminini hazırladı. Aynı aylarda Kongre’de konuşma yaptığı sırada Amerikan ticaret konvoylarının ihracat güzergâhında Alman gemilerince batırıldığı haberinin gelmesi üzerine Meksika’ya bir nota göndererek silahlanma emellerinden uzaklaşmaları gerektiğini, aksi durumda müdahaleden kaçınmayacaklarını deklare etti. Wilson, ABD’nin Monroe Doktrini’nden uzaklaşmaya başlayacağı sinyallerini Nisan 1917’de vermiş ve bu olay üzerine Britanya’nın müttefiklik taleplerini bir çıkar meselesine giden fırsat olarak yorumlayan Wilson, 14 maddeden oluşan Prensiplerinin savaş neticesinde uzlaşı yoluyla İtilaf otoriteleri tarafından önce kabul edildiği taktirde savaşa dâhil olacağını bildirdi. Llyod George, Wilson’un bu kıvama gelmiş olmasından faydalanarak iki devlet arasında çıkar ilişkisine dayalı olan ancak görünürde ve metinlere yansıyan boyutuyla pek de çıkar ilişkisi ekseninde şekillenen bir birliktelik olmadığı insanlara lanse edilmekteydi. En son 1812’de Amerika ile Britanya arasında yaşanan savaşta ortaya çıkan “Sam Amca” propaganda figürü, “Uncle Sam and the Queen March Together Against Our Enemies ” cümlesiyle tekrardan manşetlerde yer almaya başlamıştı. Yani Sam Amca ve Kraliçe Düşmanlarımızın Üzerine Birlikte Yürüyor…  

Dönemin toplum üzerinde en nüfuzlu olan kitle iletişim araçlarından gazetelere atılan propaganda manşetleriyle birlikte yalnızca 18 aylık bir savaş atmosferinde izolasyoncu dış politikayı terk etmesinin acısını yaşayan Başkan Wilson, esasında savaşın seyrini olumlu yönde değiştirme konusunda başarılı roller üstlenmişti. Batı Cephesi’nde önemli başarılar gösteren Jhon J. Pershing ve 1918 baharında Fransız hatlarında kazanılan galibiyetin sonucunda Almanya 11 Kasım 1918’de mütareke sürecine girmeyi kabul etmek zorunda kaldı. 

Wilson savaştan 1 yıl önce eski popülaritesini kaybetmiş imajındaydı. Dolayısıyla rakiplerine göre çok az bir farkla tekrardan Başkan olması ona politik güç kazanımı konusunda aldığı savaş kararı da düşünüldüğünde mutlak bir barış kahramanı olarak Washington’a dönmesi gerekiyordu. Dolayısıyla 1919 Paris Barış Konferansı’nın gerçekleşeceği tarihe kadar İngiliz Başbakanı üzerindeki baskısını kontrol etmeli ve Britanya kanadında en nüfuzlu müzakereci lider o (Wilson) olmalıydı. Kendisini düşürdüğü açmazı yeni fark eden ihtiyar Başkan, konferansa katılan David Lloyd George (İngiltere), Vittoria Emanuele Orlando (İtalya) ve Georges Clemenceau (Fransa) arasında kendisinin de olduğu tarihe “Dört Büyükler” olarak geçen o fotoğrafta Lloyd George’a sadece donuk bir vaziyette bakarken kadraja yansıyabildi. Zira o günleri kendi ağzından okuduğumuzda tabir-i caiz ise açıkça kendisini basiretsiz olarak nitelendiriyor ve ABD’yi düşürdüğü siyasi çukurda Avrupa ve Anadolu bataklığında nasıl tutunabileceğini bilemediğini ifade etmektedir. 

Asıl ipler Paris Barış Konferansı sonrası Washington’a döndüğünde kopacaktı. Çünkü Konferans bitiminde her ne kadar diğer devletler doğrudan sömürgeci ve toprak tasnifine dayalı cümleler ve şartlar söyleyip kursa da Wilson’a söz sırası geldiğinde kendisini şartlandırdığı şekliyle “daimi barış ve Self-Determinasyon” şartlarını yinelemekten ileriye gidemedi. Konferans sonlarına doğru İngiliz ve Fransız Başbakanların kafasına yatan konuysa kurucuları arasında yenen devletlerden olan Avrupa hâkimiyetine dayalı Milletler Cemiyeti’nin kuruluş felsefesi ve politik dizayn gücü konusu oldu. Wilson aslında bu konuyu da tam olarak olması gerektiği şekil ve anlamıyla açıklayamamıştı. Self-Determinasyon yani “ulusların kaderini kendilerinin tayin edebilmesine dayalı” siyasi sürecin bir tür uzantısı olarak büyük devletlerce yeni kurulan devletlerin güvenliğinin sağlanması ve kısa süreli bölgesel savaşların önüne geçmek konusunda güç birliği yapılması konusu anlaşılamamıştı. Wilson, Llyod George’dan görüşme talep etse de bu görüşme sağlanmadığı ve ABD’nin diplomatik yalnızlığa itildiği gerçekliği dolayısıyla Paris Barış Konferansı sonrası Washington’a dönmek zorunda kaldı. 

Washington: Son başlangıçtır, başlangıç da son

Başkan Wilson, çok uluslu bir örgüt olarak oluşturulan Milletler Cemiyeti’nin kurulması dışında herhangi bir siyasi başarı sağlayamadan döndüğü Washington’da önde gelen Cumhuriyetçiler’den de tepkiler almaya başladı. Senato’nun Versailles görüşmeleri sonrasında Avrupa’da Almanlara imzalatılan maddeler tartışıldığında yalnızca İngiliz faydasına olduğu konusunda hemfikir olan Senatörler, Wilson’u sorumluluklarının bilincinde olamadığı konusunda suçlama eğilimine girişti. Wilson’un yaptığı bu hatalar son zamanlarında giriştiği en riskli eylemi sonucunda bir nebze de olsa kendisini siyaseten ülkesinde bir dönem daha seçilmesine olanak sağladı. 

Akdeniz’in önemli liman kentlerinden biri olan İzmir’in savaş öncesi gerçekleşen gizli görüşmeler sonucunda İtalyanlara verileceği taahhüt edilse de Paris Barış Konferansı neticesinde 15 Mayıs 1919’da Yunanistan’a emniyeti sağlanması açısından teslim edilmesi Wilson’un kullanabileceği politik bir açık ve Britanya’yı güvensizleştirebileceği bir ortam yaratabilmesi açısından müthiş bir fırsattı. Bölgenin işgal edilmesinin ardından İzmir’e gönderilen Mark Lambert Bristol (Amiral) hazırlanan raporda Türklerin gerçekleştirme eğilimi içerisinde olduğu direnişlerin haklılık payları ve kanıtları bir şekilde Avrupa basınında yer almaya başladı. Bristol’ün raporuna göre Yunanların tahrif edilmiş şekilde belgelerde yaptığı sahteciliklerin deşifre edilmesi kamuoyunun İngilizlere karşı tavır almasını sağladı. Amerikan-Türk ilişkilerinin çıkar tabanlı ilk teması bu olayla gerçekleşti. 

Dolayısıyla Wilson, ölmeden önce üçüncü bir dönem için de aday olma konusunda siyasi güç kazanımını böylelikle sağlamış oldu. Ekim 1919’da kısmi bir felç geçirmiş olsa da Demokratlar tarafından doktorlarına yapılan baskı neticesinde 1921’e kadar görevini devam ettirdi. Lâkin Cumhuriyetçilerin 1920’de ivme yakaladığı süreçte Wilson seçimleri kaybetti ve inzivaya çekilmek zorunda kaldı. Wilson’un ardında bıraktığı Amerika 100 yılı geçkin süredir dış politikadaki izolasyon yani tarafsızlık ve etliye sütlüye bulaşmama idealizmi onun döneminde alınan radikal fiili kararlar neticesinde rafa kaldırılmıştı. ABD, artık Avrupa’da ve diğer coğrafyalarda Liberalizme dayalı Amerikan dış politikasını yürütmek mecburiyetindeydi. Wilson, İngilizler tarafından önemsizleştirilmiş bir devlet konumuna düşürdüğü ülkesinin prestijini tazelemek için devlet dinamiklerine iki şey emanet ederek Washington’da öldü. İlki kapitalizm, ikincisi ise devletlerin hiçbir zaman dostu olmayacağı gerçekliğine dayanarak “çıkarların üstünlüğü ilkesi” oldu. Wilson böylelikle kendi döneminde yeniden yazdığı zafer kurallarıyla ABD’ye kaybetmeyeceği yeni kuralları nasıl yazabileceğini öğretti. 

Mertcan ABBASOĞLU

Sosyal Bilgiler Öğretmeni 

5/5 - (19 votes)

Mertcan Abbasoğlu

Öğretmen ve aynı zamanda yazar olan Mertcan ABBASOĞLU, 15 Ağustos 1998’de İstanbul’un Bakırköy ilçesinde dünyaya geldi. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimlerini İstanbul’da tamamladı.

Kazandığı Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünden 2019’da mezun oldu. Üniversite yıllarının büyük bir bölümünde araştırmalar ve Sosyal Bilimler özelinde fikri zenginlikler inşa etmekle meşgul oldu. Yazarlık hayatına lise yıllarında kompozisyon ve şiir yarışmalarında dereceler elde ederek başlayan ABBASOĞLU, Üniversite eğitimini tamamladığında 13 akademik makale ve 37 köşe yazısı kaleme almış bulunmaktaydı.

Kendisini inşa etme boyutuna Üniversite yıllarında başlayan ABBASOĞLU, öğrenci topluluklarında kürsü konuşmaları gerçekleştirdiği gibi 2 konferans ve 3 panelde konuşmacı olarak katkı sağlamıştır. Şubat 2022’de Belarus’ta düzenlenen Çin, Rusya, Gürcistan, Polonya, İsveç ve Litvanya devlet televizyonlarının da bulunduğu “Polonyalı firari asker Emil Czeczko’nun duruşmasına” katılmış ve sorularını yöneltmiştir.
Sosyoekonomik ve sosyopolitik tabanlı yazıların haricinde eğitim, politika ve ülkeler arası müfredat mukayeselerini konu alan yazılar kaleme almaktadır. Emekli bürokratlar, komutanlar, mülki amirler ve akademisyenlerin de içerisinde bulunduğu “Kıbrıs ve Doğu Akdeniz Araştırmaları” adlı akademik araştırmaya katkı sağlayan ABBASOĞLU, henüz redaksiyonu devam eden başka bir akademik esere de “Osmanlı Devleti’nde Milli Kimlik İnşasında Okulun Rolü” başlıklı akademik makalesiyle katkı sağlamıştır.
Üniversite sürecinde Osmanlı Devleti’nin bilinmeyen siyasi boyutlarını ve aktörlerini genç meslektaşları ile birlikte arşiv taramasından geçirmiş olan yazar, bu çalışmasını belgelere dayalı olarak kitaplaştırma gayreti içerisindedir.

2019’dan beri Öğretmenlik yapmaktadır ve Amerika Gazetesi’nde siyaset-eğitim ilişkisine alan derinliği getirecek makaleler kaleme alacaktır.

“İnsan yetiştirmek için bilmek, bilmek için aramak gerekir.”
Mertcan ABBASOĞLU

Haber Oku
Tidings Globe