“Biz zulmetmekte olan nice memleketleri kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka toplumlar meydana getirdik. Onlar azabımızı hissedince hemen oradan süratle kaçıyorlardı. Onlara, ‘Kaçmayın, o içinde şımartıldığınız bolluğa ve yurtlarınıza dönün. Çünkü sorulacaksınız’ denildi. Eyvah bizlere! Bizler gerçekten zalim kimseler idik, dediler. Biz onları biçilmiş ekin, sönmüş ateş gibi yapıncaya kadar bu feryatları devam etti.” (Enbiya, 21/11-15)
Allah Teala, kâinatta ortaya koymuş olduğu eşsiz denge ve düzeni bozacak, insanlar arasında huzur ve güveni sarsacak, yeryüzünde fitne, fesat ve bozgunculuk çıkartacak eylemleri yasaklamış, her şeyin yaratılış gayesine uygun olarak hareket etmesini arzulamıştır. Rabbimizin koymuş olduğu bu mükemmel düzeni bozan etkenlerin başında hiç şüphesiz zulüm gelir. Çünkü zulüm, doğruluk, hak, adalet, eşitlik gibi erdemlerin yerine, yalan, adaletsizlik, haksızlık, şiddet gibi toplumu derinden sarsacak ve insanlar arasında huzursuzluğa sebep olacak unsurları yerleştirmek, Allah’ın yeryüzünde koymuş olduğu kural ve düzeni bozmak, ilahî sistemin çizdiği sınırların dışına çıkmaktır. İşte bu nedenle Allah, zulmü ve haksızlığı yasaklamış, zalimleri de asla sevmeyeceğini, bunları mutlaka cezalandıracağını ifade etmiştir.
İnsan kendine, ya da karşısındaki kişi veya topluluğa karşı haksızlık ederek zulmeder. Kişinin kendine zulmetmesi, Allah’ı inkâr edip O’nu tanımaması, emir ve yasaklarına riayet etmemesidir. Allah’a kulluk yapmak için yaratılan insanın, Allah’ın istediği gibi değil de nefsinin istediği gibi, başıboş, kuralsız, haramlar ve yasaklar içinde günah işleyerek geçirdiği hayat, kişinin nefsine zulmetmesi demektir. Allah’ı unutarak yaşayan bir insanın alabileceği en büyük ceza, O’nun Allah tarafından unutulmasıdır. Kur’an’ın ifadesine göre, zulmün en büyüğü Allah’a ortak koşmaktır. Bu husus Kur’an’da Lokman (a.s)’ın oğluna verdiği ilk öğüt olarak şu şekilde belirtilir:
“Hani Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti: ‘Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.”
Diğer taraftan bazı güç ve imkân sahibi birtakım insanlar, sahip olduklarını kaybetmemek için, yaşadıkları toplumun bireylerine karşı her türlü haksızlığı, işkenceyi ve eziyeti reva görerek zulmeder ve böylece bulundukları konumu korumaya çalışırlar. Bunun en çarpıcı örneklerini peygamberlerin yaşadıkları topluluklardaki iktidar sahiplerinde görmek mümkündür. Hz. Nuh (a.s)’tan tutun, Hûd (a.s), Sâlih (a.s), Lût (a.s), İbrahim (a.s), Musa (a.s), Zekeriya (a.s), İsa (a.s) ve son elçi Hz. Muhammed (s.a.s)’e varıncaya kadar tüm peygamberler, bulundukları toplumda her türlü eziyet, zulüm ve işkenceye maruz kalmışlardır.
İslamiyet’in ilk yıllarında, özellikle Mekke döneminde Hz. Peygamber ve onun davetine icabet eden müminlerin, müşrikler tarafından cezalandırılmak istendiğini görüyoruz. Onlar, açlık, susuzluk, şiddet, iftira, boykot gibi zulmün en acımasız örnekleriyle karşılaşmışlardır. İnsanların birbirlerine karşı işleyebilecekleri zulmün en şiddetlisi, insanın en tabi hakkı olan yaşama, inanma, ibadet etme gibi temel haklarının ihlalinden kaynaklanan zulümdür.
Kur’an bize, zalimlerin/zulmedenlerin cezasız kalmayacaklarını haber vermektedir. Ancak Allah Teala ortada hiçbir neden yokken kullarını cezaya çarptırmaz. Cezayı gerektirecek sebepleri kullar kendileri hazırlarlar. Tarihte azaba uğrayan toplumlara/kavimlere bakıldığında bu gerçek çok daha iyi anlaşılmaktadır. Firavunlar, Nemrutlar, Şeddatlar, Karunlar, Nûh, Lût, Ad ve Semûd kavimleri, kendi davranışları sebebiyle Rabbimiz tarafından cezalandırılarak helak olmuşlar ve böylece tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir. Allah Teala, kulların karşılaşacağı azabın kendileri tarafından kazanıldığını şu ayetlerle ifade eder:
“Bu, kendi ellerinizin (önceden yapıp) gönderdiklerinin karşılığıdır. Allah, kullara asla zulmedici değildir.” (Âl-i İmran, 3/182)
“…Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.”
“Rabbin, halkları salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek helak etmez.”
İşte Allah Teâlâ, izahını yaptığımız ayetlerde, sahip oldukları maddî imkânlara aldanıp, şımaran, azgınlaşan, zulme dalan, bir türlü iflah olmayan ve bu nedenle günahlara batan, insanlar üzerindeki haksızlık ve baskılarını sürdüren toplumla-rın başlarına gelen felâketleri bizlere hatırlatarak ibret almamızı istemektedir. Söz konusu ayetlerin muhatabı Mekke müşrikleri olmakla birlikte, yaşamış oldukları hayatla topyekûn yok olmayı hak eden milletler için de bir tehdit ve uyarı anlamı taşımaktadır. Yüce Allah, geçmişteki insanların zulüm, haksızlık ve azgınlıkları sebe-biyle yok edildiklerini, böylece tarih sahnesinden silinip gittiklerini, yeni nesillerin bu hadiselerden ders almalarını istemektedir. Önceki toplumlar, sahip oldukları her türlü imkânları kullanarak başlarına gelen felâketlerden kaçıp kurtulmak istedikleri halde nasıl kurtulamamışlarsa, sonrakilerin de haksızlık ve azgınlık göstermeleri hâlinde aynı sonuçla karşılaşacaklarına işaret edilmektedir.