“De ki: ‘Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” (Âl-i İmran, 3/26)
Varlığın tek ve gerçek sahibi Allah’tır. Bütün mülkler O’nundur. O, dilediğine mülkü verir ve dilediğinden de geri alır. Dilediğini yüceltir ve dilediğini alçaltır. Bütün varlıklar Allah’ın emrinde, denetiminde ve kesin hâkimiyeti altındadır. Biz in-sanlar ise, bu mülklerin emanetçileriyiz. Ancak bize verilen nimetlerin ve mülklerin üzerinde geçici olarak tasarrufta bulunabilmekteyiz. Bu itibarla sahip olduğumuz şeylerin sınırlı bir süre emanetçileri olduğumuzu; asıl mülkün Rabbimizin emrinde olduğunu bilmeliyiz.
İnsan, belli bir süre için bu dünyada yaşar ve ölünce kazandığı mülkü bu dün-yada kalır. Ölen insanın mülkü ya varislerine kalır ya da satılmak suretiyle başka insanlara geçmiş olur. Bazen mülk sahibi olanların darlık, geçim sıkıntısı, iflas gibi nedenlerle varlıklarını ellerinden çıkarmak durumunda kaldığı görülür. Diğer yan-dan kayıp, tabii afetler, yangın, deprem gibi nedenler de mülkün elden çıkması-na neden olur. Bir anda varlıklı insanlar, muhtaç ve fakir duruma düşebilir. Yunus Emre’nin kulaklarda yankı bulan o meşhur deyişiyle, ‘mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi, mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan’ gerçeğini akıldan çıkarmamalıyız. Bugün sahibi olduğumuz şeyler, dün başkalarınındı. Bizim elimizden çıktığı anda veya öldüğümüzde başkalarının eline geçecektir. Geçici dünya malı ile avunmak veya oyalanmak insana, Rabbine karşı kulluğunu ve ödevlerini unutturabilir. Ayrıca sahip olunan mal ve mülkle övünmek ve böbürlenmek asla doğru değildir.
Mülkün gerçek sahibi olan Rabbimiz dilediğine dilediğini verir, dilediğinden de dilediğini çekip alabilir. Sahip olduğumuz şeylerin bizlere birer ödünç olduğunu iyi idrak etmeliyiz. Sahip olduklarımız Rabbimizin bizlere birer ikramıdır ve imtihan sebebidir. Mal ve mülkle gururlanmak ve bunları Allah yolunda değerlendirmemek insana yakışmaz. Özellikle biz Müslümanlar için bu davranış biçimi asla uygun de-ğildir. Yüce Allah, insanları verdiklerini doğru yolda kullanıp kullanmadıkları ve ni-metlerin şükrünü yerine getirip getirmedikleri noktasında denemektedir. Rabbimiz, mülkün emanetçisi kıldığı kullarına bu mal ve mülklerinden fakir ve muhtaçlara verilmesini emreder. ‘Eli geniş” olanların, fakirlere de bu imkânı sağlaması işlemine Kur’an dili ile “infak” diyoruz. Buna göre infak aslında sadece bir “ihsan” değil, aynı zamanda bir görevdir.
Evreni yaratan ve yöneten Allah’tır. Dolayısıyla O, mutlak hâkim olarak dilediği şekilde tasarruf eder, rızkı belirli bir ölçüye göre verir, daraltır, genişletir, çünkü mülkün sahibi O’dur. İnsan için dünya hayatını bir imtihan sahası kılmıştır. Bu nedenle bütün insanların aynı imkânlara sahip olmalarını hikmetine uygun gör-memiştir. Birçok ilâhî hikmetlerinin yanında belki de bir tanesi; toplumu oluşturan bireyler arası birlik ve beraberliği sağlamak, dayanışma ve kaynaşmayı, sevgi ve say-gıyı oluşturacak bir ortamı hazırlamaktır.
Bunun için de insana, gücü ölçüsünde birtakım ibadetleri farz kılmış, bazı gö-rev ve sorumluluklar yüklemiştir. Allah, sahip oldukları malları insanlara dünya hayatında “emanet” olarak vermiştir. Bu emanet, belli bir vakte kadardır ve elbette günü geldiğinde hesabı sorulacaktır. Helal yoldan mülk kazanmak ve bunları helal yollarda kullanmak esastır. İnsan, malın gerçek sahibinin Allah olduğunu bilmek ve malı O’nun emrettiği biçimde harcamakla yükümlüdür. Kendisine emanet ve-rilen mallardan, kendi ihtiyaçları için gerekli olan makul bir kısmını kullanacak, “ihtiyaçtan arta kalanı” (Bakara, 2/219) ise, Allah yolunda harcayacaktır. Hiçbirimiz, sahip olduğumuz mal ve mülke güvenmemeliyiz. Ancak mülkün gerçek sahibi olan yüce Rabbimize güvenmeli, O’nun verdiği mal ve mülkün şükrünü yerine getirmeye çalışmalıyız.